Türkan Saylan ve Cüzzam mücadelesi

Türkan Saylan ve Cüzzam mücadelesi

Aramızdan ayrılışının 14. yılında Türkan Saylan’ı saygı, sevgi ve minnetle anıyoruz. Onu çok özlüyoruz.

Cüzzam diğer adıyla Lepra, Mikobakterium lepra adı verilen bir mikroorganizmanın yol açtığı, sinir sistemi ve deri başta olmak üzere birçok organı etkileyebilen, bulaşıcı bir hastalıktır.

Cüzzam hastaları vücutlarında meydana gelen fiziksel hasarlar nedeniyle tarih boyunca ayrımcı uygulamalarla karşı karşıya kaldılar. Özellikle bilimsel bir teşhisin konulamadığı uzun dönemler boyunca cüzzam, insanlar tarafından aynı veba gibi en korkunç hastalıklardan biri olarak görüldü.

Erken tedavi edilmediğinde öldürücü boyuta ulaşabilen cüzzam hastalığı şu an nadir de olsa Türkiye’de de görülüyor. Sağlık Bakanlığı verilerine göre geçen sene 2 kişi tanı alırken 600 cüzzam hastası olduğu tahmin ediliyor.

Bu yazımızda mesleğinin ilk yıllarından emekliliğe kadar Lepra Hastanesi’nde büyük emekle çalışan Dermatoloji uzmanı Dr. Reyhan Uzdil Prof. Dr. Türkan Saylan’ın Cüzzam ile mücadelesini anlatıyor.

Dermatoloji uzmanı Dr. Reyhan Özdil
Dermatoloji uzmanı Dr. Reyhan Özdil

Merhaba Yaşamak!

Bu başlık bizim hem sloganımız, hem Lepra dergimizin adıdır. Mahatma Gandhi’nin dediği gibi; ‘Cüzzamla savaşta, sadece tıbbi tedavi ile değil, hayata küsen insanlara yaşama sevincini yeniden kazandırmakla zafere ulaşılır’. Biz de, Türkan hocamızın önderliğinde hastalarımızı sadece tıbbi olarak tedavi etmedik, onların ‘Merhaba Yaşamak’ diyebilmeleri için çalıştık. Türkan Saylan ve Lepra öyküsü bunun için özeldir.

Köy hekimi olmak isteyen bir tıp öğrencisi, idealist ve her zaman mütevazi, okul döneminde Bakırköy Akıl Hastanesini ziyarete gider. Orada Cüzzam pavyonları dikkatini çeker; hastaların kötü yaşam koşulları, yalnızlık, umutsuzluk ve çaresizlikleri onu dehşete düşürür; personelin ve yöneticilerin çok tehlikeli bir hastalık olduğu ve onlara yaklaşmamaları gerektiği ikazları Türkan hocayı derinden etkiler. Her zaman sorunun değil, çözümün bir parçası olmayı hedefleyen Türkan hoca Lepra’ya ilgisinin o gün başladığını, bunun böyle olmaması gerektiğini içinde hissettiğini, bütün gece uyuyamadığını ve dermatoloji uzmanı olma kararını da bu ziyaretten sonra aldığını anlatırdı bize.

Türkan Saylan Dermatoloji uzmanı olduktan sonra İstanbul tıp fakültesi tarafından İngiltere’ye gönderildi. İngiltere’deki eğitimi sırasında uzun yıllar Lepra’dan etkilenmiş kişilerle çalışmış doktor Jopling’le tanıştı, onun Lepra konusundaki deneyimlerinden yararlandı.

Türkiye’ye döndükten sonra Cüzzam hakkında bazı gazete yazıları yazılmasını ve bir televizyon filmi çekilmesini sağladı. Türkiye’de Lepra hastalığına dikkat çektiği, Türkiye’de Lepra hastalığı var dediği için Sağlık Bakanlığı tarafından uyarı bile aldı. Ama bu kızıl saçlı, çilli, bol elbiseler giyen tatlı ve inatçı kadın bu işin peşini bırakmayacaktı.

1976 yılında Cüzzamla Savaş Derneğini kurdu. Yoğun uğraşlar sonunda İstanbul Tıp fakültesi ve Sağlık bakanlığı arasında yapılan, daha sonra Cüzzamla Savaş Derneği’nin de müdahil olacağı bir protokolle Unkapanı’nda bir cüzzamla savaş dispanseri kuruldu. Dernek hastaların sosyal ve ekonomik sorunlarını çözmeye çalışırken, üniversite teknik ve bilimsel desteği sağlıyordu.

Sağlık bakanlığı ise doktor, personel, hastaneye tıbbi hizmeti sunuyordu. Yapılması gerekenleri beraberce üstleniyorlardı. Bu üçlü yaklaşım bize her zaman çok doğru gelmiştir. Sosyal boyutu da söz konusu olan hastalıklarda bu tür yaklaşımların ne kadar sorun çözücü ve iyileştirici o olduğunu gözlerimizle gördük.

Türkan Saylan dispanserden sonra Bakırköy’deki Cüzzam pavyonlarının yönetimini üstlendi, 1985’de Cüzzam pavyonları Bakırköy Akıl hastanesinden ayrılarak Lepra hastanesine dönüştü.

İlk hedef; erken tanı ve tedavi ile birlikte sakatlıkları önlemek, hastalığı kontrol altına almak, bu hastalıkla ilgili duyulan korkuyu yenmekti.

1977 yılında ise Anadolu taramaları başladı. Anadolu karış karış gezilerek hastalar saptandı. Hastaların yaşam koşulları inceleniyor, ihtiyaçlar saptanıyor, tedavileri düzenleniyor, yakın çevresinde yeni hasta varsa teşhis ediliyor, gerekli durumlarda hastaneye çağrılıyordu.

Ulusal Lepra kontrol projesi böylece başlamış oldu. Hastaların çok olduğu Doğu ve Güneydoğu öncelik tanınarak yurdun her köşesi tarandı. Daha sonra Lepra Hastanesinde düzenlemeler, iyileştirmeler başladı. Hastane cephesinde çökmüş barakalar tamir edildi. İki yeni bina yapılarak hastane araştırma ve uygulama merkezi oldu. Bu arada her küçük ayrıntı düşünüldü; hastanenin peyzajı, bahçesine dikilecek ağaçları. Giden bilir; cevizleri, ıhlamurları, meyve ağaçları, dört bir yanında gülleri, çiçekleri… Doktor ve hemşireler yurt dışı eğitimlerine gönderilerek konusunda uzman hale getirildiler. Fizik tedavi ve rehabilitasyon, ameliyathane ve cerrahi işlemler, diş ünitesi, göz ünitesi, koruyucu ve ortopedik ayakkabı atölyesi, yara bakım ünitesi, sosyal hizmet birimiyle hastane uluslararası standartlarda bir araştırma merkezine dönüştürüldü.

Lepra her şeyden önce sosyal bir hastalık olduğu için hastanın yaşadığı yerde ekonomik olarak güçlendirilmesi en büyük hedeflerdendi. Bunun için sosyal projeler geliştirildi. Bu projelere öncelikle iş bulma, sigortaların ödenmesi, evlerin onarılması olarak başlandı, daha sonra dükkan açma, hayvancılık yardımlarıyla devam etti.

Bunların yanında Lepra’dan etkilenmiş kişilerin çocuklarına burs verilmesi gündeme geldi. İlkokuldan üniversiteye kadar tüm hastalarımızın çocuklarına burs desteği sağlandı. Yıllar içinde çocuklarımızın içinden doktorlar, hemşireler, öğretmenler, ebeler, mühendisler, avukatlar yetişti.

Bu projelerin sonuçları o kadar heyecan verici oldu ki; bu sayede hem aile, hem çocukları topluma kazandırıldılar. Ekonomik ve sosyal durumları iyileşti. Artık onlar korkulan hastalar değil, Öğretmen Kemal’in babası, hemşire Ayşe’nin annesiydiler. İşte Merhaba Yaşamak tam da buydu! Bu; hem hastalarımız, hem çocukları, hem de toplum için çok başarılı bir çalışma oldu. Taramalar sırasında tanıdığımız gözleri ışıl ışıl parlayan ama okuma olanakları olmayan çocuklara burs sağlama fikri de biraz böyle belirdi.

Türkan hocadan öğrendiğim en önemli şey çözüm üretmektir. Olumsuz şeylere hayıflanarak zaman kaybetmenin bir anlamı yoktur. Bir yanlış görüp bunu düzeltmeye çalışmıyorsak bu bizim de sorumluluğumuzdur. Mesela Lepra hastanesinin her çalışanının ilave bir işi vardı.

Leyla hemşire, Umut Çocukları Derneği’nde çalışırdı; oradaki çocukların Leyla ablasıydı. Fatoş hemşire, hastanenin hemen yanındaki Kadın tutukevine okuma/yazma dersleri verirdi. Marangozumuz Ahmet’in taramalar için yaptığı basil kutusu, doktor Mustafa beyin yardımıyla uluslararası bir dergide yayınlandı. Bütün hemşirelerimiz hepsi yüksek lisans yapmış ya da ikinci üniversite okumuştur. Türkan hoca bu konuda insanların her zaman yolunu açar, desteklerdi.

Küçük, büyük iş yoktu, her iş önemliydi ve çözülünceye kadar üstünde uğraşmamız gerekirdi.

Asla kişi odaklı olmayan, çözüme yönelik, iş odaklı yaptığımız çalışmalar. Kendi işimizle beraber bir işin daha ucundan tuttukça; bir şeyi üretmenin, işe yaramanın sonsuz mutluluğunu duyduk.

Benim Türkan hocayla tanışmam 1980 yılında oldu. Bütün öğrencilere saygı duyan,bize meslektaşı gibi davranan, bizim sesimize kulak veren, anlamaya çalışan bir hoca.

Bol basma pazen elbiseleri, uzun boyluyla, zarif, yerinde duramayan hastalarına dokunan, sohbet eden bir hekim.

Demokratik, Atatürkçü, toplum için iyiyi ve güzeli hedeflemiş bir eylemci. (Onu en iyi tarif edecek kelam belki ‘EYLEM’dir.)

Ben dermatolojiyi seçerken de bu muhteşem kadın bana önayak olmuştur, sadece hocalığıyla, hekimliğiyle değil, hayatta bıraktığı tatlı ayak izleriyle.

Ondan çok şey öğrendim.

Bir sonraki yazımız Cüzzam hastalığı hakkında. Bizi takip etmeyi unutmayın.

Share

Bir yanıt yazın